YAZI
1- Yazı Alemine Toplu Bir Bakış
a- Yazı ve İnsan
Yazıların menşe 'leri, hususiyetleri ve ömürleri ne olursa olsun, hepsi de Ademoğlunun cemiyet ve medeniyet hayatında, hafızası ve müfekkiresi işlerini gören birtakım ruhani temessüllerdir. Yapılarında görülen girinti ve çıkıntılarla arzettikleri umumi manzarayı hayalen kavrayabildiğimiz zaman, topunu birden muazzam ve canlı bir dimağ şebekesine benzetebiliriz.
İşte, bütün bir insanlığın beyni diyebileceğimiz bu muhteşem çizgiler aleminin de kendine mahsus vücut, tenasül ve beka kanunları ve inkiraz ( yok olma ) sebepleri, parçaları ve bütünleri arasındaki muvazene ve ahengi sağlayan cazibe ve itme kuvvetidir. Bu zıd tesirli kuvvetler arasında yaşamak zorunda bulunan ferdler ve cemiyetler, bir taraftan yazılardan faydalanırlarken, bir yandan da onlarla gizli veya açık savaşmaktan geri durmamışlardır. Nitekim, nice fatihler zabtettikleri ülkeler halkının mazileriyle rabıtalarını kesmek, onları yeni bir hayata ısındırmak için yazılarını değiştirmek lüzumunu hissetmişlerdir.
Gününün mağlublarına oldukça ağır ve acı gelen bu çeşit savaşları ve değişmeleri, hakikatte yazının olduğu kadar, insanlığın da yararına kaydetmemiz icabeder. Çünkü, ilk nazarda medeni hayatın ve içtimai bünyelerin bir nevi baş ağrıları ve burun kanamaları diye vasıflandırabileceğimiz yazı inkılablariyle insanlar, yalnız o muazzam dimağı felce tutulmaktan korumakla kalmamışlar, aynı zamanda yeni ve daha iyi buluşlarla ona taze kan ve enerji vere vere, yaşamakta ve olgunlaşmakta devamını sağlamışlar ve nihayet, yazı ilim ve sanatını zengin ve işlek bir medeniyet cihazı haline getirmişlerdir.
Fakat, hemen söylemeliyim ki iş bununla bitmiş değildir. Medeniyet ilerledikçe, milletlerin hayat ve sanat telakkileri, kültür ve idrak seviyeleri, güzellik anlayışları, yenilenme ve hazim kabiliyetleri ile mütenasib olarak nice nice savaşlar ve değişmeler içinde kıyamete kadar devam edip gidecektir. Dolayısıyla bugünün insanları medeniyet, teknik, dil, yazı, ilim ve sanat bakımlarından ne kadar iftihar ederlerse etsinler, bunda ne dereceye kadar haklı olurlarsa olsunlar, hiçbirisi, cihana yayılan bu akış dışında kalacak garantiye sahib değildir. Esasen böyle bir garanti aramak, o muazzam dimağın tamamen olmasa bile şu veya bu nahiyesinin, şu veya bu merkezinin az çok dumura uğramasını istemek olur ki, hiçbir medeni insan hislerine mağlub olmadıkça böyle kötü bir temennide bulunamaz. Zira o, pekala bilir ki, ileri bir medeniyetin tohumlarını taşıyan her iyi şeyin yaşayıp feyizlenmesine el birliğiyle çalışmak, insani bir hak olduğu kadar, bir vazifedirde. O tohun, ister şark ın, ister garb ın, ister Hind in, ister Çin in, ister Afrika nın, ister Amerika nın münbit ve çorak, sıcak veya soğuk topraklarında doğsun, onu bulan veya el ister beyaz, ister siyah olsun, elverir ki onda bir hakikat, insanların hayrına yarar bir fazilet bulunsun...Dolayısıyla böyle geniş bir vicdan hürriyetinin ışığı altında bir Müslüman elinden bir Türk kaleminden doğan bu satırları ve bu satırların ifadelendirmeye çalıştığı Kalem Güzeli ni de, o muazzam ve muhteşem dimağın nahiyelerinden bir küçük hücrede doğuvermiş parıltılar olarak vasıflandırmak yerinde olur sanırım.
b- Yazının Rolleri
Yazıların zuhurlarından bugüne kadar geçirdikleri kısa veya uzun bir ömür içinde oynadıkları rolleri, biri pasif diğeri aktif olmak üzere başlıca iki asla bağlamak mümkündür.
1- Pasif Rol:
Yazının kendine verilen şekil ve muhtevayı bünyesi içinde korumasıdır. Her yazılmış yazıda bunun müşahhas bir misalini buluruz. Yazılı bir kağıt parçasından alınız da, bütün kitaplara ve kitabelere, her çeşit levha ve kütüphanelere, türlü vesika ve sicillere, iptidai ve modern müzelere ve arşivlere, her biri etrafında çevrelenen hususi ve resmi tesislere ve çalışmalara varıncaya kadar hepsi bu rolün derece derece neticeleridir. Bu bakımdan yazılara " Beşerin parmakları ucundan doğan, iç alemlerinin ham veya olgun, zayıf veya kuvvetli, çirkin veya güzel, faydalı veya zararlı, zehirli veya şifalı meyveleridir" demek yaraşır. Her yazı girdiği yerlerde, karşılaştığı gözlerde, iliştiği gönüllerde kendisinin ve dolayısıyla yazarının reklamını leh veya aleyhindeki propagandasını bunlarla yapar, aktif rolünün yollarını bunlarla açar, tesirini onlarla sağlar.
2- Aktif Rol:
Manevi kurslar, ruhani vitaminle diyebileceğimiz bu çeşitli meyvelerden alabildiklerimizi hazım ve temsil etmek suretiyle ferdlerin ve toplulukların muhtaç oldukları medeni ve kültürel enerjiyi ve bedii zevki sağlamaktır ki, bütün okuma ve yazmalar, dil ve yazı belleyip belletmeler ve bunlar etrafında çevrelenen hususi ve resmi tesisler ve çalışmalar da, aktif rolün neticeleridir. Pasif rol bütün değerini bununla kazanır ve tamamlar.
3- Yazının Umumi Vasıfları
Yazı, dilin eli, elin dilidir. Kafanın mizanı, gönlün tercümanı, iradenin ölçüsü, ruhun aynasıdır. Cesette ruha benzer. Akıllara elçi, marifetlere silah, ilimlere huccett, medeniyetlere senettir. Sinesinde sırlar saklayan, çehresinde göz ve gönül süruru taşıyan, mesafeleri düren, devirleri anlara sokan, geçmişi geleceğe bağlayan sihirli bir bedia, Rabbani bir harikadır.
Yazı, hafızanın yükünü hafifletir, güzel yazı bunu daha da azaltır, gözü ve zihni erken yorulmaktan korur, fikrin işlemesine, olgunlaşmasına yarar, sözü düzenler, ifadeyi kuvvetlendirir, dili dizginler, düşünmeye zaman, düzeltmeye imkan verir. Katibini edib, hattatını (kaligrafını) zarif yapar, çeşitli ihtiyaçlara, bunlarla mütenasib yeni yeni keşiflere yol açar, kişiye nimet, fakire devlet, zengine şeref, aleme ziynet, yoklukta celis, gurbette enis olur, yazana nam verir, okuyana şan.
Yazının, bilgiyi satırlarda bırakmaya sevkettiği, hafızayı zayıflattığı, bazen anlaşamamazlıklara da sebep olduğu bir gerçektir. O, öyle füsunkar bir fitnedir ki, ne dernekler dağıtır, ne düzenler bozar, canı cana, kanı kana katar da, kişiyi yazı bildiğine pişman eder. öyle anlar da gelir çatar ki, insan okuyup yazma bilmediğine nadim olur.
Hülasa; yazılar, adamına göre ifade ve tesiri değişebilen bir ruh sembolü, birçok cihetlerden ve muhtelif bakımlardan mütalea ve tedkika metahammil bir harikalar alemidir.